Meğer Hıristiyanlık “Dinimiz”miş
Dinine, mukaddesatına bağlı olup eli kalem tutanlar, her sene yılbaşı rezaletlerinden bahseder, bu günün bizimle uzaktan yakından alâkası olmadığını anlatmaya çalışırlar. Buna rağmen nice insanımız bu rezalete kapılmaktan kendini koruyamaz. O gece resmî görevliler, kusmuklar içinde kalan acınacak zavallıları evlerine taşımakla meşgul olurlar Sarhoş, iki kelime söyleyebilecek kadar kendindeyse, sallana sallana bir telefon kulübesine gidebilir ve “Sarhoşum, gel!” diyebilirse, resmî görevliler hemen ona ulaşır, milletin vergileriyle alınan bir arabaya koyar, milletin vergisiyle alınmış benzini kullanarak onu evine kadar götürürler.
Evlerde işlenenlerse dört duvar arasında geçtiği için % 100 bilinmezse de, tahmini zor değildir. Çıldırtıcı, kudurtucu televizon kanallarına bakanların o gece yapacağı şey, ancak çıldırmak ve kudurmaktır. Ondan sonra, bu gecenin tesiriyle meydana gelen hadiseler bir sene boyunca bazı gazetelerde okunur durur. Eh, demek ki buna da ihtiyaç var. Rezalet ve kepazelikler olmasa, bazı televizyon programları nasıl yapılacak? Ama zannediyor musunuz ki bu günlere kendiliğimizden geldik. Bu vatan ve bu din için hıristiyanlar karşısında canını veren dedenin torununun, bir hıristiyan âdetine iltifat etmemesi gerekirdi. Ama maalesef bu torunlar, dedelerinin, kanlarıyla suladıkları bu topraklar üzerinde, ezelî düşmanları olan hıristiyanların istedikleri şekilde tepinmektedirler. Şuurlu hiçbir Türk ve Müslüman, elbette ki böyle bir hataya düşmez. Ve bilir ki, yılbaşı kutlamaları ve İslam’a uymayan her hareket kendisini dinden ve Rabbi’nden uzaklaştıracaktır.Avrupalıların değişmez ve ebedi emelleri bizleri sadece kendilerine benzetmek değil, önce dinimizden uzaklaştırıp ondan sonra da köle yapıp kullanmaktır. Bunun için, bizden nicelerini alet olarak kullanmışlardır. Bu aletler vasıtasıyla memleketimizde programlar tatbik edilmiş ve maalesef nice vatandaşlarımız bu sinsi programa kurban gitmiştir.
Bizden niceleri “eğer hıristiyanların dediklerini yaparsak istediğimizi elde ederiz” düşüncesine kapılmışlardı. Bunun sebebi de onların yalan sözlerine inanmalarıydı. İngiliz murahhas heyeti başkanı Lord Curzon Lozan’da şöyle diyordu: “Türkiye İslam’la alâkasını ve İslam’ı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa, bizimle hulûs birliği etmiş olur ve hıristiyan dünyasının hürmet ve minnetini kazanır, biz de kendisine dilediğini veririz.” Lozan’dan bu zamana 73 sene geçmiştir. Türkiye’nin İslam’la resmî alâkası kalmamıştır. İslâm’ı temsil rolünden de fersah fersah kaçmaktadır. Yani Lord Curzon’un isteğini layıkıyla yerine getirmiştir. Bu durumda, her dilediğimiz bize verilmiş olması lazımdı. Verilmiş midir? Değil her istediğimizin verilmesi, adamlar bizi kendi içlerine bile almıyorlar. Her noelde onlara uymamız, Avrupa kapılarında beklememizin sona ermesi kâfi gelmemektedir. Efendim, biz taa Cumhuriyetin ilk yıllarından beri kararımızı vermişiz. Hâlâ o düşünce ve programların devamını yaşıyoruz. Birinci Meclis’tse, Lozan’la ilgili hararetli tartışmalar yapıladursun, bir ekip bir yandan harıl harıl Anasayasadaki “Devletin dini, Din-i İslâm’dır” hükmünü kaldrırıp, yerine “Devletin dini Hıristiyanlıktır” yazmanın formülünü araştırıyordu. Bu çalışmalardan birisine şahit olan Kâzım Karabekir Paşa şunları anlatmaktadır: “Ben geldiğim sırada Tevfik Rüştü Bey konuşuyordu: “Ben kanatimi Millet kürsüsünden de haykırırım. Kimseden korkmam. Teşkilat-ı Esasiyemizde dinimiz apaçık yazılmalıdır, diyordu.
“Ben söz aldım ve sordum: “Teşkilat-ı Esasiye’de dinimizin İslâm olduğu yazılıdır Tevfik Rüştü Bey. Hangi hakikati haykıracaksınız? Ve Teşkilat-ı Esasiye (Anayasaya) hangi dini yazdıracaksınız? Hıristiyanlığı mı?” “Evet Hıristiyanlığı... Çünkü İslâmlık terakkiye manidir. Bu dinle yürünmez, mahvoluruz. Ve bize kimse de ehemmiyet vermez, dedi.” Fethi Okyar da, Karabekir Paşa’ya şöyle söylemiş: “Evet Karabekir... Türkler, İslâmlığı kabul ettiklerinden böyle kaldılar. Ve İslâm kaldıkça da bu halde kalmaya mahkûmdurlar. Bunun için İslâm kalmayacağız.” Görüyorsunuz ki, en yüksek devlet yöneticileri hıristiyanlığı “Dinimiz” diye sahiplenmişler, İslâm olarak kalmamaya da taa o günden azimlidirler. Azimlerinin gereği olarak, bu memlekette ezan susturuldu, Kur’an yasaklandı. Ve 70 sene sonra gelinen nokta, bugünkü halimiz! Demek ki, esas gerilik İslâm’ı bırakmaktadır, yapışmakta değil.
Ne var ki, daha Cumhuriyetin ilk yıllarında meftun oldukları hıristiyanlık, 31 Aralık gecesinde tam manasıyla bazı evlerde çöreklenmekdedir. Kabul etmek lazım ki, bu sinsi ve uzun bir planın neticesidir. İlerleme dedikleri şey, senede bir gece istedikleri gibi yaşamaksa, bir hayli ilerlemişler demektir.
Ali Eren
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder