7 Ocak 2023 Cumartesi

KENDİSİ 40 YAŞINDA OĞLU 120 YAŞINDA OLAN ZAT HZ ÜZEYR ALEYHİSSELAM.

Hz. Üzeyr’ir kıssası. İshak b. Bişr, şöyle bir rivayette de bulunmuştur: Hz. Üzeyir, hikmet sahi­bi, sâlih bir kuldu. Âdeti üzere günün birinde yine çöle çıktı. Dönüşünde bir harabeye uğradı. Tam öğle vakti idi. Sıcaklık ona epeyi tesir etmişti. Eşeğinin üzerinde iken harabeye girdi. Eşeğinden indi. Beraberindeki sepetlerden birinde incir, diğerinde de üzüm vardı. Harabenin gölgesi­ne oturdu. Yanındaki bir çanağı çıkararak üzümü içine sıkmaya başla­dı. Sonra kuru ekmek çıkararak üzüm suyunun içine doğradı ki yumu­şatıp yesin. Sonra sırt üstü uzanarak ayaklarını duvara dayadı. Ve evin tavanına bakarak içindekilerini gördü. O evler, sütunları üzerinde hâlâ durmaktaydılar. Halbuki orada daha önce yaşamış olan sahipleri ölüp gitmişlerdi. Kemiklerinin çürümüş olduğunu da gördü. Ve şöyle dedi: “Allah, bunu, böylece öldükten sonra nasıl diriltecek?” Bunları Hz. Allah’ın, ölümlerinden sonra dirilteceği hususunda şüphesi yoktu, ama bunu tuhaf bulduğu için böyle demişti. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, ölüm meleğini göndererek ruhunu teslim aldı ve o vaziyette yüz sene ölü olarak bıraktı. Bu yüz sene zarfında İsrailoğulları çeşitli hadiseler yaşa­mışlardı. Allah Teala, bu arada Üzeyir’e bir melek gönderdi. Melek onun kalbini yarattı ki kalbi bazı şeyleri düşünebilsin, iki gözünü de ya­rattı ki gözüyle etrafa bakabilsin. Ve Cenâb-ı Allah’ın ölüleri nasıl di­rilttiğini düşünsün… Bundan sonra Hz. Mevlâ, onun gözleri önünde vücudunun parçalarını yeniden bir araya getirdi. Kemiğine et, kıl ve cilt geçirdi. Sonra da vücuduna ruh üfledi. Bütün bunlar onun gözü önünde cereyan ediyordu. Ve bunların nasıl yapıldığını düşünüyordu. Nihayet tastamam bir insan haline gelerek oturdu. Melek ona: “Ne kadar bekle­din”, diye sordu. O da: “Bir gün ya da bir günün bir kısmı kadar bekledim”, diye cevap verdi. Çünkü o öğle vaktinde ölmüş, henüz güneş batmadan akşama yakın bir zamanda diriltilmişti. Onun için böyle demişti. Melek ise ona şöyle karşılık vermişti: “Hayır, bilakis sen 100 sene müddetle uykuda kaldın. Bak yiyeceğine ve içeceğine... Yani kuru ekmeğinle üzüm suyuna bak, henüz oldukları gibi çanakta duruyorlar. Hiç bir değişikli­ğe uğramamışlar. İncir ve üzümler de taptaze olup hiç bozulmamışlar­dı.” Fakat o, meleğin kendisine söylediklerini kabullenemiyordu. Melek ona: “Söylediklerimi kabul edemiyorsun değil mi? Öyleyse eşeğine bak!” dedi. O da eşeğine baktı ki, hayvanın kemikleri çürümüş ve ilikleri kuru­muştu. Melek, eşeğin iliklerine seslendi; onlar da, her taraftan toplana­rak gelip meleğin emrine icabet ettiler. Melek onları birleştirdi. Hz. Üzeyir de meleğin yaptıklarını seyrediyordu. Melek, eşeğin kemiklerini, da­mar ve sinirlerini yerleştirdi, sonra da etini giydirdi. Etin üzerine deri ve kılları geçirdi. Sonra da içine ruh üfledi; böylece eşek, başını kaldırarak ayağa kalktı. Kulaklarını da anırarak semaya dikti. Kıyametin kop­tuğunu zannetmişti. Ayet-i kerimede Hz. Mevlâ şöyle buyuruyor (mealen): “Eşeğine bak, seni insanlar için kudretimize bir işaret kılalım diye bunları böyle yaptık. Kemiklerine bak, nasıl onları birbiri üstüne ko­yuyor, sonra onlara et giydiriyoruz!” Yani eşeğinin kemiklerine bak da o kemiklerin nasıl bir araya geldiklerini gör. Etsiz bir eşek iskeletinin nasıl bu hale geldi­ğini seyret. Sonra o kemiklere nasıl et giydirdiğimizi de dikkatle temaşa et. Bu işler ona açıkça belli olunca, ‘Biliyorum, Allah her şeye kadirdir, dedi.” Yani Allah Teala’nın ölüleri diriltmeye ve diğer harika işleri yap­maya muktedir olduğunu bilirim, dedi.

Sonra merkebine binerek eski mahallesine geldi. İnsanlar onu tanımadılar. O da gördüğü insanları ta­nımadı. Evini de tanıyamıyordu. Bir tahmine dayanarak yoluna devam etti ve evine geldi. Orada kötürüm ve kör bir acûze (yaşlı ve kötürüm bir kadın) ile karşılaştı. Acûze­nin yaşı 120’yi geçmişti. O acûze, daha önceleri, kendi hizmetçileri idi. Henüz yirmi yaşındaki genç bir kız iken, Üzeyir yanlarından ayrılıp git­mişti. Fakat Üzeyir’in şekil ve şemâili onun aklında idi. Yaşlanınca artık bunamıştı. Üzeyir ona şöyle demişti: “Ey kadın, bu Üzeyir’in evi midir?” Kadın şöyle cevap verdi: “Evet, burası Üzeyir’in evidir.” Böyle deyince ağlayarak sözünü şöyle sürdürdü: “Şu kadar zamandan beridir Üzeyir’den bahseden bir adam görmedim. İnsanlar onu unutmuşlar­dır!” Üzeyir aleyhisselâm şöyle karşılık verdi: “İşte Üzeyir benim! Hz. Allah beni 100 sene­den beri öldürmüştü. Sonra yeniden diriltti!” Acûze şöyle dedi: “Sühhânallah! Üzeyir’i 100 seneden beridir kaybetmişiz. Ondan bahseden biri­ni görmedik. Onun hakkında bir şeyler duymadık!” Üzeyir şöyle dedi: “İşte Üzeyir benim!” Acûze şu karşılığı verdi: “Üzeyir, duası kabul edilen bir adamdı. Hastalar ve belaya uğrayan kimseler için dua ederdi, onlar da şifa ve afi­yet bulurlardı. Sen de, seni görebilmem için Allah’a dua et de gözlerimi bana geri versin. Eğer gerçekten Üzeyir isen seni tanırım.” Hz. Üzeyir, Rabbine (c.c.) dua edip kadının gözlerine elini sürdü. Gözleri eski haline döndü. Elini tutarak: “Allah’ın izni ile kalk bakalım.” dedi. Cenâb-ı Allah, kadının ayaklarını da iyileştirdi. Sağlam vaziyette aya­ğa kalktı. Sanki bir bağdan kurtulmuş gibi idi. Üzeyir’e baktı ve: “Senin Üzeyir olduğuna şahitlik ederim.” dedi. Kalkıp İsrailoğullarının mahallesine gitti. Onlar bir araya gelip top­lantı düzenlemişlerdi. Toplantıda Üzeyir’in 128 (veya 120) yaşındaki yaşlı bir oğlu ile yine yaşlı torunları vardı. Kadın onlara seslenerek: “İşte Üzeyir size geldi!” dedi. Kadını yalanladılar. O da şöyle devam etti: “Ben hizmetçiniz olan falan kadınım. Üzeyir, Rabbine dua etti. Rabbi de gözlerimi bana tekrar iade etti. Ayaklarımı iyileştirdi. İfadesine göre Allah (c.c.), Üzeyir’i 100 sene müddetle öldürmüş, sonra yeniden diriltmiş.” Böyle deyince toplantıdaki insanlar kalkıp Üzeyir’e doğru gittiler, ona baktılar, oğlu kendisine dedi ki: “Benim babamın iki omuzu arasında siyah bir ben vardı.” Böyle diyerek omuzlarını açtı baktı ki, Üzeyir’in ta kendisi! İsrailoğulları dediler ki: “Bize anlatıldığına göre içimizde Üzeyir’den başka Tevrat’ı ezberlemiş bir kimse yoktur. Buhtunnasr da Tevrat’ı yakmıştır. Adamlarımızın hafızasında kalan az bir kısmı dışında Tev­rat’tan elimizde bir şey kalmamıştır. Sen, Tevrat’ı bize yeniden yaz.” Üzeyir’in babası Seruha, Tevrat’ı Buhtunnasr’ın zamanında, Üzeyir’den başkasının tanımadığı bir yere gömmüştü. Onları, Tevrat’ın gömülü olduğu yere götürdü. Yeri kazıp Tevrat’ı çıkardı. Sayfaları ko­kuşmuş ve çürümüştü. Üzeyir, bir ağacın gölgesi altına oturdu. İsrailoğulları da etrafında halkalanıp oturdular. Tevrat’ı onlar için, yeniden yazmaya başladı. Gökten iki kor (iki parça nûr) inip Üzeyir’in karnına (sadrına-göğsüne-letâifine) girdi. O da Tevrat’ı hatırladı. Ve yeniden yazdı. Bu sebeple Yahudiler dediler ki: “Üzeyir, Allah’ın oğlu­dur.” Çünkü gökten iki kor inerek karnına girmiş, o da Tevrat’ı, İsrailoğulları için yeniden yazmış, onların idaresini üstlenmişti. Sevad mıntıkasında, Hazkil manastırında Tevrat’ı yazdı. Sayrabad adı veri­len o kasabada vefat etti. [Tefsîr-i Taberî, III, 24-27]
Alıntı Hasan Bozkurt

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KULLANANLARDAN BORAKS

 KULLANANLARDAN BORAKS VE KARBONATLA TEDAVİ MUCİZELERİ...                                                                                  *...