22 Şubat 2023 Çarşamba

TUNAHAN, Süleyman Hilmi (1888-1959) Son dönem din âlimi ve Nakşibendî-Müceddidî şeyhi. NAKŞİBENDİYYE

 TUNAHAN, Süleyman Hilmi

(1888-1959)
Son dönem din âlimi ve
Nakşibendî-Müceddidî şeyhi.
NAKŞİBENDİYYE
Bahâeddin Nakşibend’e (ö. 791/1389) nisbet edilen tarikat.
Süleyman Efendi'nin okunmasına çok önem verdiği eser
MEKTÛBÂT
İmâm-ı Rabbânî’nin (ö. 1034/1624) mektuplarından derlenen eser.
Müellif:
REŞAT ÖNGÖREN
Günümüzde Bulgaristan sınırları içinde bulunan Silistre’nin Hezargrad (Razgrad) kasabasının Ferhatlar köyünde doğdu. Babası Silistre’de Hacı Ahmed Paşa Medresesi müderrislerinden Hocazâde Osman Fevzi Efendi, dedesi Kaymak Hâfız diye bilinen Mahmud Efendi’dir. Hocazâdeler diye tanınan ailesinin Fâtih Sultan Mehmed’in, kız kardeşiyle evlendirip Tuna bölgesine yönetici (Tuna hanı) olarak gönderdiği Hz. Peygamber neslinden Seyyid İdris Bey’e dayandığı kabul edilir. Kendisi de Hocazâde lakabıyla anılan Süleyman Hilmi, sonradan Tunahan soyadını almış, üç yaşında ölen oğlu Fâruk’tan dolayı Ebülfâruk künyesiyle tanınmıştır.
1902’de Silistre Rüşdiye Mektebi’ni bitirdikten sonra Satırlı Medresesi’nde Arapça derslerini tamamladı.
1907’de İstanbul’a gidip Fatih’te Hâfız Ahmed Paşa Medresesi’nde dersiâm Bafralı Ahmed Hamdi Efendi’nin ders halkasına katıldı ve 1913’te icâzet aldı.
1914’te açılan Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesi’nin dört yıllık âlî kısmına önceki eğitiminden dolayı üçüncü sınıftan başlayarak 1916’da mezun oldu.
Aynı yılın 30 Eylülünde Medresetü’l-mütehassısîn’in tefsir-hadis bölümüne girdi ve 27 Mayıs 1919’da burayı birinci dereceyle bitirdi.
19 Kasım 1918’de imtihanla kendisine İstanbul müderrisliği ruûsu verildi, aynı yıl dersiâm sıfatıyla 400 kuruş maaş tahsis edildi. Süleyman Hilmi, vâizlik belgesi için Diyanet İşleri Reisliği’ne yazdığı 14 Nisan 1948 tarihli dilekçesinde Medresetü’l-kudât’tan mezun olduğunu belirtmiştir.
1921 tarihli özgeçmiş bilgilerinde bundan söz etmediğine göre burayı Medresetü’l-mütehassısîn’den sonra tamamlamış olmalıdır. Medresetü’l-kudât’a giriş imtihanını da birincilikle kazandı. Bunu bildirmek için babasına yazdığı mektuba onun verdiği cevapta kendisine, “Üç kadıdan ikisi cehennemde, biri cennettedir” hadisini hatırlatarak kadılık yapmasını onaylamadığını söylemiş, Süleyman Hilmi de cevabında niyetinin hâkimlik yapmak değil devrin bütün ilimlerini tahsil etmek olduğunu ifade etmiştir.
1920’de Bulgaristan tâbiiyetinden Osmanlı tâbiiyetine geçti.
1922’de Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye’nin birinci kısmı olan İbtidâ-i Hâric Medresesi’nde Türkçe dersi,
1923’te Arapça ve tekrar Türkçe dersi müderrisliğine getirildi.
3 Mart 1924’te yürürlüğe giren Tevhîd-i Tedrîsat Kanunu gereği İbtidâ-i Hâric Medresesi, İmam-Hatip Mektebi’ne çevrilince burada yeterli din eğitiminin verilemeyeceğini düşünerek müderrislikten istifa etti.
Bu kanunla medreselerin Maarif Vekâleti’ne devredilmesi ve on üç gün sonra da kapatılması üzerine 500’ü aşkın müderris açıkta kaldı ve Cem‘iyyet-i Müderrisîn’de hararetli tartışmalar yaşandı.
Süleyman Efendi bu tartışmalar sırasında her müderrisin fahrî olarak öğrenci yetiştirmesini,
bu şekilde İslâm’ın ömrünün
en az bir nesil daha uzayacağını,
bunu yapmayanların dinen sorumlu olacaklarını belirtti.
Ardından bazı müderrislerle birlikte Ankara’ya telgraf çekip İslâmî ilimleri fahrî olarak okutmak istediklerini bildirdiler.
Ancak Ankara’dan, “Memlekette Tevhîd-i Tedrîsat Kanunu yürürlüktedir, hilâfına hareket şiddetli cezayı müstelzimdir” şeklinde cevap geldi.
1928’deki harf inkılâbının ardından
din eğitimi açısından şartlar daha da olumsuz bir mahiyet kazandı;
ilk zamanlar ders okutma imkânı çok kısıtlandı, ayrıca uzun süre talebe de bulunamadı.
Talebeler dinî ilimleri tahsil etmekten çekiniyor, bir müddet devam ettikten sonra bırakıp gidiyordu.
O günlerde sürekli polis takibi altında tutulan Süleyman Efendi,
1930’da İstanbul’dan ayrılıp babasından kalan külliyetli mirasla Çatalca’nın Kabakça köyünde Hâlid Paşa Çiftliği’ni kiraladı ve ziraatla meşgul olmaya başladı.
Çiftlikte çalışan işçilerden bazılarını seçerek onlara birkaç yıl ders okuttu.
Bu durum jandarma tarafından tesbit edilince başka yerlerde aynı şeyi yapmayı denediyse de çok sıkı takip edildiğinden bir sonuç elde edemedi.
Talebe bulamadığı dönemlerde iki kızını okutarak onlara icâzet verdi.
Diyanet İşleri Reisliği teşkilâtını düzenleyen 16 Kasım 1937 tarihli nizamnâmede dersiâmların vâizlik görevi alabilecekleri belirtilince Süleyman Efendi 4 Şubat 1938 tarihinden itibaren vâizlik görevine başladı.
İlk zamanlar Doğancılar, Aziz Mahmud Hüdâyi, Yağkapanı gibi İstanbul’un nisbeten küçük camilerinde vaaz etti; ardından Şehzadebaşı, Süleymaniye, Sultan Ahmed, Beyazıt gibi camilerde yankı uyandıran vaazlarıyla çevresini genişletti.
Bu arada bazı cami odalarında ve evlerin bodrum katlarında ders halkaları oluşturdu. Bunun üzerine karakola götürülüp ifadesi alındı;
1939’da Emniyet Müdürlüğü’nde “tabutluk” diye anılan nezârethânede
üç gün işkenceye tâbi tutuldu.
1943’te vâizlik belgesi İçişleri Bakanlığı tarafından geri alındı.
1944’te tabutluklarda sekiz gün boyunca gördüğü işkenceden sonra kefaletle serbest bırakıldı.
1948’de vâizlik için yazdığı dilekçesine olumsuz cevap verildiyse de
24 Mart 1950 tarihinde bu izni aldı.
1957’de Bursa Ulucamii’nde
Kütahya Tavşanlı’dan Âkif Efendi adlı bir şahsın taraftarları kılıçla ortaya atılıp mehdîlik gösterisi yapınca hiç ilgisi bulunmadığı halde Süleyman Efendi, Kütahya Emniyet Müdürlüğü’nde işkenceli sorgunun ardından tutuklandı.
Elli dokuz gün sonra idam talebiyle hâkim karşısına çıkarıldı.
Ancak 29 Ağustos’ta kefaletle serbest bırakıldı ve 8 Kasım’da beraat etti.
Camilerdeki vaazlarıyla geniş halk kitleleri tarafından tanınan Süleyman Efendi, 1950’deki iktidar değişikliğinin ardından meydana gelen kısmî özgürlükten yararlanarak
din eğitimi faaliyetlerini yoğunlaştırdı.
Bu çerçevede 1951’de Konya Lezzet Lokantası’nın sahibi Mustafa Doğanbey’in Üsküdar Çamlıca’daki evinde yirmi beş civarında talebeyle ilk yatılı Kur’an Kursu’nu açtı.
Daha sonra kendi evinin müştemilâtında, Çamlıca ve çevresinde kiraladığı evlerde ders halkaları oluşturdu.
İstanbul’un Vefa semtindeki Taştekneler Camii’nde çevreden toplanan imam ve müezzinlere, Eyüp Topçular Camii’nin bitişiğindeki bir binada değişik yerlerden gelen talebelere ders verdi.
1956’da ders okuttuğu yerlere polis tarafından baskın düzenlenip Üsküdar Adliyesi’nde sorgulandıysa da ders gruplarını dağıtmadı.
Eskiden kalan hocalarla kendi yetiştirdiği talebelerden yararlanıp ders halkalarının sayısını arttırdı.
Başta ramazan ayları olmak üzere talebeleri ülkenin çeşitli yerlerine gönderdi, oralarda Kur’an kursları açtırdı.
Talebelerini Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yaptığı imtihanlara sokarak onların müftü, vâiz, imam ve Kur’an kursu hocası olmalarını sağladı.
Öte yandan 13 Ekim 1951 tarihinden itibaren açılmaya başlanan İmam-Hatip okullarında yeterli din eğitiminin verilemeyeceğini düşündüğünden bu okulların Diyanet İşleri Reisliği’ne bağlanması gerektiğini savundu ve talebelerini buralara göndermekten kaçındı.
Bu çerçevede kendisi ve daha sonra talebeleri İmam-Hatip okullarına karşı olumsuz tavırlarını uzun süre devam ettirdi.
16 Eylül 1959 tarihinde vefat eden Süleyman Efendi hükümetin izniyle Fâtih Camii hazîresine defnedilmek istendi, ancak olumlu cevap alınamayınca Karacaahmet Mezarlığı’nda gömüldü.
İlk gençlik yıllarında babasından Nakşibendiyye usulüyle tasavvuf eğitimi alan Süleyman Efendi,
İstanbul’da Nakşibendiyye’nin Müceddidiyye koluna mensup Özbekistanlı Şeyh Selâhaddin b. Mevlânâ Sirâceddin’in rehberliğinde Bursa Uludağ’da erbaîn çıkarmış ve seyrüsülûkünü tamamlamıştır.
Tarikat silsilesi Selâhaddin b. Mevlânâ Sirâceddin yoluyla İmâm-ı Rabbânî’ye varmaktadır.
Tasavvuf yolunda nefis terbiyesi için şeyhe râbıtanın önemini sıkça vurguladığı, varlık konusunda Müceddidiyye geleneğine uygun biçimde vahdet-i vücûda karşı
vahdet-i şühûd anlayışını savunduğu kaydedilmektedir.
Onun üzerinde hassasiyetle durduğu bir başka husus, İmâm-ı Rabbânî’nin
Ehl-i sünnet inancıyla tasavvufu mezcettiği eseri Mektûbât’ın okunması olmuştur.
Süleyman Efendi’nin, Kur’an’ın kısa sürede öğrenilmesini sağlamak üzere yazdığı Kur’an Harf ve Harekeleri: Kur’ân-ı Kerîmi En Kısa Zamanda Okumağı Öğreten Yepyeni Bir Tertip ve Usul adlı birkaç sayfalık elif cüzünün dışında basılmış bir eseri bulunmamaktadır.
Kendisi, kitap yazmak yerine mevcutları anlayıp anlatacak insan yetiştirmeyi tercih ettiğini belirtmiş, eski medrese öğretimini temel alarak öğrenci yetiştirmiş, öğrencileri de bir süre bu yolu izlemiştir.
Süleyman Hilmi Tunahan’la ilgili çalışmalardan bazıları şunlardır:
Mehmet Kahraman, Cumhuriyet Dönemi Din Eğitimi ve Süleyman Hilmi Tunahan (mezuniyet tezi, 1992, Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi);
Mustafa Özdamar, Üstaz Süleyman Hilmi Tunahan (İstanbul 1995);
Önser Yeğin, Süleyman Hilmi Tunahan (ks) ve Tasavvufî Şahsiyeti (mezuniyet tezi, 1996, Dokuz Eylül Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi);
Ahmed Akgündüz, Arşiv Belgeleri Işığında Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan (İstanbul 1997);
Muhammed Osman Abdullah, eş-Şeyḫ Süleymân Ḥilmi Tunaḫân (raḥimehullāh) ve cühûdühû fi’d-daʿveti’l-İslâmiyye
(yüksek lisans tezi, 2000, Sudan Ümmüdürman İslâm Üniversitesi Usûlüddîn Fakültesi).
Süleyman Hilmi hakkında 1997 yılında Antalya’da gerçekleştirilen paneldeki konuşmalar Çağımızı Aydınlatanlar II Süleyman Hilmi Tunahan başlığıyla yayımlanmıştır (Ankara 1997).
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2012 yılında İstanbul’da basılan 41. cildinde, 375-377 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
Müellif:
ŞABAN SİTEMBÖLÜKBAŞI
Süleyman Efendi Cemaati.
Süleyman Hilmi Tunahan’ın özellikle 1940’lı yıllarda İstanbul camilerinde yaptığı vaazlar ve zor şartlar altında oluşturduğu ders halkaları onun kamuoyunda geniş çapta tanınmasına, çevresinde Kur’an öğrenimi ekseninde bir cemaat teşekkül etmesine sebep olmuştur. 1950 öncesinde irşad faaliyetleri elverişsiz şartlar yüzünden yaygınlık kazanamamışsa da sonradan ortaya çıkan özgürlük ortamı cemaatin hızlı bir gelişme sürecine girmesini sağlamış, bu yıllarda talebeler ve Kur’an kursları aracılığıyla din eğitimi faaliyetleri ülkenin çeşitli bölgelerine yayılmıştır.
1951’de açılan, Süleyman Efendi’nin talebe göndermekten kaçındığı İmam-Hatip okullarının
1958’den itibaren mezun vererek hızlı bir gelişme kaydetmesi, mezunlarının müftülük, vâizlik, imamlık, müezzinlik ve Kur’an kursu hocalığı gibi hizmet kadrolarında görev alması, daha önce bu görevlerin bir kısmını üstlenen Süleyman Efendi cemaatiyle İmam-Hatip Okulu mezunları ve taraftarları arasında gerginlikler yaşanmasına yol açmıştır.
Bazı kesimler cemaat mensuplarını tanımlamak için onların hoşlanmadığı “Süleymancı” tabirini kullanmış,
sonuçta din görevlileri arasında İmam-Hatipliler ve Süleymancılar şeklinde iki grup ortaya çıkmıştır.
Bu süreçte taraflar birbirini incitici nitelemelerle anmış, yıpratıcı beyan ve iddialarda bulunmuştur.
Öte yandan 1965’te yürürlüğe giren 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilât Kanunu’nda müezzinlik dışındaki din hizmetleri kadrolarına tayinde İmam-Hatip Okulu, Yüksek İslâm Enstitüsü ve İlâhiyat Fakültesi’ni bitirme şartı getirilmiştir.
Bunun üzerine cemaat mensupları 1966 yılının Ocak ayında Kur’an Kursları Kurma, Koruma ve İdame Ettirme Dernekleri Federasyonu’nu kurmuş ve Kur’an kurslarıyla ilgili daha sistemli bir çalışma süreci başlatmıştır.
17 Ekim 1971 tarihinde yayımlanan Kur’an Kursu Yönetmeliği gereği,
Kur’an Kursu Yaptırma ve Yaşatma derneklerinin inşa ettirdiği Kur’an kursu binalarıyla yeni yaptıracakları binaların intifâ hakkının Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredilmek istenmesi cemaat arasında yeni bir huzursuzluk doğurmuştur.
Bunun üzerine dernekler Kur’an kursuyla birlikte orta, lise ve yüksek öğretim kurumlarına devam eden öğrencilere yardım etmeyi amaç edinip adlarını Kurs ve Okul Talebelerine Yardım Dernekleri şeklinde değiştirmiştir.
Federasyonun adı da 26 Nisan 1980 tarihinde Kurs ve Okul Talebelerine Yardım Dernekleri Federasyonu olmuştur.
Böylece cemaat mensupları, 1971’den sonra öğrenci yurtları inşa ederek Millî Eğitim Bakanlığı bünyesindeki öğrencilere hizmet veren bir konuma gelmiştir.
Süleyman Efendi cemaati 1960’lı yıllardan itibaren Türkiye’den Batı Avrupa’ya çalışmaya giden, uzun süre dinî, sosyal ve kültürel ihtiyaçları ihmal edilen işçilerin dinî taleplerini karşılamak ve çocuklarına din eğitimi vermek amacıyla Avrupa’da faaliyet göstermeyi planlamış,
ilk defa 1973’te Almanya’nın Köln şehrinde bir İslâm kültür merkezi kurmuştur.
Daha sonra diğer Avrupa ülkelerine yaydıkları bu merkezler için cami, kütüphane, toplantı salonları yaptırmış, camilerin yanında Kur’an kursları açmıştır.
12 Eylül 1980 ihtilâlinin özel şartları içinde bazı hukukî sorunlar yaşayan Süleyman Efendi cemaatinin faaliyetleri günümüzde lise ve üniversite talebeleri için il, ilçe ve köylerde kütüphane, etüt salonları, bilgisayar odaları gibi çok amaçlı eğitim öğretim imkânları sunan talebe yurtları ve Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Kur’an kurslarıyla devam etmektedir.
Yurt dışındaki bazı ülkelerde de benzer faaliyetlerin yapıldığı belirtilmektedir. Cumhuriyet döneminin özel şartlarında diğer hareketler gibi Süleyman Efendi cemaati de sıkıntıların içinden geçerek varlığını sürdürmeye çalışmıştır.
Geçmiş dönemde İmam-Hatip okulları mensuplarıyla bir gerilim yaşanmışsa da zamanla dinî kesimler içinde uzlaşma kültürünün gelişmesinin yanı sıra Süleyman Efendi cemaati içindeki yeni kadroların da daha uzlaşmacı katkıları sayesinde cemaatle İmam-Hatipliler ve Diyanet mensupları arasındaki gerginlik önemli ölçüde ortadan kalkmıştır.
Son yıllarda İmam-Hatip liseleri ve İlâhiyat fakültelerine giden öğrencilerin de cemaat yurtlarında barındıkları, bazı cemaat mensupları ve ileri gelenlerinin de kendi çocuklarını bu okullara gönderdikleri bilinmektedir.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2012 yılında İstanbul’da basılan 41. cildinde, 377 numaralı sayfada yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KULLANANLARDAN BORAKS

 KULLANANLARDAN BORAKS VE KARBONATLA TEDAVİ MUCİZELERİ...                                                                                  *...